HATIRALAR BİRER BİRER HAYÂL OLUYOR

HATIRALAR BİRER BİRER HAYÂL OLUYOR

Tarih 24 Ekim 2023, 15:58 YazdırBu haberi yazdır

ÇENGELKÖY DEN ANEKTODLAR YAZAN TANAS KİRYAKO

HATIRALAR BİRER BİRER HAYÂL OLUYOR

 

Her şey kuşkusuz ki hep güzel, hep olumlu, hep iyi değildi eski yaşamlarımızda. Darlıkla, yoklukla, kıtlıkla boğuşurduk çoğu zaman. Eve kömür almak bile bir sorundu, sözgelimi. Kuruçeşme'ye gidilir, kimi günler bir ton kok kömürü için saatlerce, bazen günlerce beklenirdi. Karneyle alınırdı kömürü. Dünyada savaş bitmişti, ama darlıklar, kıtlıklar sürüyordu.



Havagazıyla yanardı mutfak ocaklarımız. Fakat gazdan çok hava gelirdi borulardan. Musluklarımızdan Terkos suyu, Elmadağ suyu akardı. İyi sular ise hasır sepetler içindeki cam damacanalarla taşınırdı evlerimize. Hamidiyeler, Taşdelenler, Kocataşlar. "Bol köpüklü, nefis kokulu" Puro Tuvalet Sabunu kullanırdık banyolarımızda.



Başımız ağrıdığında Gripin alırdık. Diş macunumuz "miçam"lı Radyolin'di.. İpana'yı daha sonra, 21 puan bilgi yarışmalarından tanıyacaktık. Sunucumuz Orhan Boran, güreş spikerimiz ise Eşref Şefik'ti. Futbol maçlarını Halit Kıvanç'tan (1963'deki Garbis Zakaryan-Wene Brune müsabakasından itibaren boks spikerimiz de Orhan Ayhan oldu) dinlerdik.. Akbaba, Hafta, Yelpaze, Hayat, Ses "mecmuaları" okunurdu evlerimizde. Dünyayı Hikmet Feridun Es'in röportajlarından tanırdık. Daha çok şey bilmek isteyenler bir de aylık "Bütün Dünya" alırlardı. Herkes "gazete" okurdu : Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Yeni Sabah, Vatan, Son Posta, Son Havadis, Dünya... Hiç kimse "kupon" nedir, "sertifika" nedir bilmezdi. hayat-ses-yelpaze-akbaba dergileri. İlk "En bol ışık veren", "en fazla dayanan" "en az cereyan sarf eden" Tungsram ampulleriyle aydınlanırdı evlerimiz. Annelerimizin dikiş makineleri Singer'di, Minerva idi. Magic Chef sobaları yeni gelmişti Türkiye'ye.



Türkiye Umum Mümessili Koç Ticaret T.A.Ş. "tediyatta kolaylık" gösterirdi müşterilerine.. Hoover elektrikli çamaşır makinesi sayesinde neşe girerdi evimize, ayda 25 lira taksitle.. Çikletlerimiz Golden ya da Mabel'di. Artist resimleri çıkardı içlerinden. Parker dolmakalem "rakipsiz bir hediye" idi. "Günde 5 terkip" PA-RO çocuk maması yerdi bebekler, "ana sütüne en yakın" çocuk maması diye. Tiyatrolara, sinemalara gidilirdi.. İyi filmler bir yıl, iki yıl geç gelirdi Türkiye'ye. Heyecanla beklerdik. Sinemaların beş dakika aralarında Frigo, Eskimo, Kasata yenirdi. Taksilerin cam altlarında boydan boya siyah-beyaz damalı şeritler bulunurdu. Gislaved lastik giyerlerdi köylüler ayaklarına. Mahalle bekçileri düdük çalarlardı geceleri. Yol kavşaklarında güler yüzlü polisler yönetirdi trafiği. Hilton Oteli açılır, olay olurdu. Nat King Cole İstanbul'a gelir, büyük olay olurdu. Gazeteci İlhan Demirel, Terry Moore'un külotsuz fotoğrafını çeker, çok büyük olay olurdu. Necdet Elmas, ilk banka soygununu yaptığında günlerce çalkalanmıştı Türkiye. Yılbaşı gecelerinde fırdöndü, tombala oynanır, kuruyemiş yenirdi. Bayram sabahlarında erkenden kalkar, büyüklerimizin ellerini öperdik. Beyaz mendillerin içine konurdu bayram harçlıklarımız. Yerli Malı Haftası kutlanırdı okullarımızda. Kuru incirler, üzümler, mandalinalar, portakallar sergilenirdi sepetlerde. Sokaklardan patates soğancılar değil, çıngıraklı yoğurtçular geçerdi. İstop oynardık. "Bir iki üçler / Yaşasın Türkler / Dört beş altı / Polonya battı / Yedi sekiz dokuz / Almanya domuz / On on bir on iki / İngiltere tilki." diye (daha sonra "Almanlar" domuzluğu Ruslara devretti, son dizeler de, Marshall Yardımı sahibi ABD'ye yazıldı : "On üç on dört on beş / Amerika kardeş.." !)... Konken henüz girmemişti evlere. Bezik oynanırdı daha çok.



Kadınlar, dantel örerlerdi kabul günlerinde. Beyaz çamaşırlar mavi Kocabaş çivitle yıkanırdı. Nacet'le, Job'la tıraş olurduk sabahları. PeReJa Limon Kolonyası sürerdik yüzümüze.



. Markası Ice Blue Aqua Velva idi eczanelerde satılan ilk tıraş losyonunun. Nedense hep kravatla çıkmak isterdik Beyoğlu'na. Ütülü ceketlerle, yakaları balinalı temiz gömleklerle, tiril tiril pantolonlarla. Nacar marka, Tissot marka, Omega marka saatler takardık bileğimize.

. Kesinlikle bugünkü kadar özgür değildik. Yasaklarla yaşardık. Fakat her şeye rağmen yaşamımız sanki daha sıcak, daha sevimli, daha huzurluydu. Belki de olan biten her şeyi bilmediğimizden, bilemediğimizden. Ne televizyon, ne bilgisayar, ne de internet vardı o yıllarda.. Uydular daha fırlatılmamıştı gökyüzüne. İstanbul Radyosu ile yetinir, eğer uzun dalgadan bir de Ankara'yı çıkartabiliyorsak, çok sevinirdik.. Marconi, Newton, Aga, Philips, sonra da Grundig markaydı eski radyolarımız. 78'lik taş plak dinlerdik önceleri. Sonra 45'likler, arkasından da 33'lükler geldi. Daha sonra da büyük makaralı teypler.. Grundig TK 24'ler. Ama kaç kişi alabilirdi ki bunları ?



Daha yoksul, daha yoksun insanlardık o zamanlar. Ama pek de yakınmazdık bundan. Daha ölçülü, daha özenli, daha tutumlu yaşardık. Ağırbaşlı, çalışkan, yorgunluk nedir bilmeyen insanlardı anne babalarımız. Onur, erdem, namus ortak değerleriydi toplumumuzun. Onursuzluk, erdemsizlik, namussuzluk ayıplanırdı. İnsanlar birbirlerine karşı daha saygılı, daha sevecendi. 1950'li yıllarla birlikte değişmeye başladı yaşamlarımız. Daha iyiye, daha güzele gideceğimizi sandığımız, umduğumuz, umutlandığımız o yıllarla birlikte bozulmaya başladık. Her şey hızla altüst oldu, bir karmaşanın içinde bulduk kendimizi. Yozluklarla, çirkinliklerle, kötülüklerle sarıldık, kuşatıldık.

Yazmasam olmazdı... Malum havalar sıcak şikayet etmiyorum nankör olmamak lazım. Kışında havalar soğuk diye şikayet edilir ne hikmetse, kimse şükretmesini yapmıyor... Düşünün hastanede yatanları yatalak olanları evden çıkamayanları daha doğrusu banyoya gidip yüzünü yıkayamayan nice hastalarımız var. Allah onlara yardım etsin bu sıcaklarda sabırlar versin. Ondandır şükretmesini bilelim... Asıl yazmak istediğim konu malum hepimiz imkanlarımız dahilinde camlarımız açık uyumaktayız başka seçeneğimiz yok bu sıcaklarda. Gece camlarımız açık gecenin bir vaktinde arabasının müzik sistemini açmış mahallede mahalle aralarında yüksek sesle geziniyorlar. Be arkadaşlar hiç düşüncenizde mi yok yoksa nezaket fakirimisiniz, gecenin bir saatinde gümbür gümbür şarkılarla yollarda geziniyorsunuz etrafı rahatsız etiğinizin farkında değilmisiniz.



Yoksa banane ya ben keyfimi yapıyorum rahatsız olandan da banane mi diyorsunuz... İşe gideni var hasta olanı var evinde bebeği olanı var, hiç mi düşünce olmuyor düşünemiyorsunuz bunları. Nasıl olsa sokaklar yolar benim mantığı olunca etraftakilerden de banane deniyor. Sohbet esnasında da bizden adam olmaz biz neden böyleyiz deyip ahkam kesenlerde var. Önce insan kendisini terbiye etmeli kendisi ahlak kuralarına uyarsak kıskandığımız her zaman konuşulurken örnek gösterirken Avrupa’nının pabucunu dama atarız da.

YETERKİ İSTEYEBİLELİM. YAPMAYI..GÜRÜLTÜSÜZ BİRBİRİMİZE SAYGILI HOŞ GÖRÜLÜ GECELERİMİZ OLSUN DOSTLAR...KALIN SAĞLICAKLA

 


YAZAN TANAS KİRYAKO

Bu haber 324 defa okunmuştur.
Facebook  Twitter  FriendFeed  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
DİĞER HABERLER