DUYGU EĞİTMENİMİZ:      KEMALETTİN TUĞCU

DUYGU EĞİTMENİMİZ: KEMALETTİN TUĞCU

Tarih 16 Ekim 2019, 18:30 YazdırBu haberi yazdır

Tuğcu ailesinin kökleri Safranbolu’ya dayanıyor. Sultan 2. Mahmut’un Osmanlı tahtındaki son yıllarında, Yeniçeri Mustafa Ağa iki oğlunu okutmak için Safranbolu’dan İstanbul’a gelir. Enderun’da eğitimini tamamlayan Ömer, saraya Kilercibaşı, Halil de Emirahur ( İmrahor) olur.

DUYGU EĞİTMENİMİZ:      KEMALETTİN TUĞCU


                                                                                                                     

Yaşasaydı 117 yaşında olacaktı amcam; Kemalettin Tuğcu, 94 yaşında hayata veda etti. Geride çoğu çocuklar için 400’ü aşkın roman bıraktı. 1940’lı yıllardan 1980’li yılların ortalarına kadar çok okunan bir yazar oldu. Kim bilir kaç kuşağa okumayı söktürdü, kitap sevgisi verdi. Duygu dünyamızın eğitmeni oldu. Sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma, merhamet duygularını işledi romanlarında. Çalışkanlığı, dürüstlüğü ve sabrı işledi?Bugün bu duygulara çok ama çok ihtiyacımız var.


Onun hayatını, acılarla, savaş ve yangınlarla geçen çocukluğunu, hayat karşısındaki direnişini ve hep diri tuttuğu çocuk ruhunu anlatmak istiyorum.

İstanbul Boğaziçi’nde, Çengelköy’de 27 Aralık 1902 tarihinde 2. Abdülhamit’in ‘mümtaz” komiseri Faik Bey’in köşkünde bir çocuk dünyaya gelir. Faik Beyin oğlu,Teğmen Ali Galip Bey ve eşi Şaziment Hanım’ın ikinci çocuklarıdır.Adını Mehmet Kemalettin koyarlar.

 İki bacağı da sakat olarak doğar Kemalettin. O dönemin ünlü çıkıkçısı Şahnazar Bey’i çağırırlar, çocuğun yürümesini engelleyen bu sorunun çözümünü bulmak için.

Şahnazar Bey, bebeğin bacaklarını iki tahtaya bağlar, bir ay bu şekilde bağlı kalmasını tembihleyerek bir ay sonra kontrola geleceğini söyler.

Teğmen Galip Bey, eve geldiğinde bebeğin feryatlarını duyunca basamakları hızla çıkıp Kemalettin’in odasına girer. Derhal bağları çözüp tahtaları çıkartır.  Bebek susar. Oğlunun ağlamasına dayanamamıştır Teğmen..

Şahnazar Beybir ay sonra kontrol için geldiğinde bebeğin ayaklarının çözülmüş olduğunu görünce, yeniden tahtalara sarar. Giderken de “ Açarsanız bebek sakat kalır,” der.

Galip Bey eve geldiğinde bebeğin feryatlarını duyar yine. Tahtaları çözüp bebeği sakinleştirir. Ve küçük Kemalettin sakat kalır.

Yıllar sonra,  “ Babamın merhameti yüzünden sakat kaldım,” diyecektir Kemalettin Tuğcu.


SAFRANBOLU’DAN İSTANBUL’A



Tuğcu ailesinin kökleri Safranbolu’ya dayanıyor. Sultan 2. Mahmut’un Osmanlı tahtındaki son yıllarında, Yeniçeri Mustafa Ağa iki oğlunu okutmak için Safranbolu’dan İstanbul’a gelir. Enderun’da eğitimini tamamlayan Ömer, saraya Kilercibaşı, Halil de Emirahur ( İmrahor) olur.

1882 yılında ölen Ömer Ağa’nın Çengelköy’deki mezar taşında;

“Essultan, İbni Sultan, Cennet Mekân, Fidevsi Âşiyan

 Abdülmecit’in Kilercibaşı Ömer Ağa.” Yazar.

Ömer Ağa’nınoğlu, Kemalettin Tuğcu’nun dedesi  Faik Bey, (1858 ? 1910) Sultan 2. Abdülhamit’in mümtaz komiseri, Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın muavini, Bahriye Nezareti Heyet-i Teftiş Reisi Sânisidir

20. Yüzyılın tanığıdır Kemalettin Tuğcu. Üç padişah,  döneminde yaşamıştır: Sultan Abdülhamit, Abdülmecit ve Vahdettin. Cumhuriyet döneminde ise 9 Cumhurbaşkanı dönemine tanıklık etmiştir.

 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde 6 yaşındadır. 90 yaşına yaklaştığında hâlâ pırıl pırıldı belleği, ilk çocukluk anısını şöyle anlatmıştı:

“ 1908 yılında bir sabah top sesleriyle uyandık.  Büyükbabam Faik Bey gece eve gelmemiş. Hepimiz merak ve telaş içindeyiz. Meğer padişaha karşı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmış ama suçsuz bulunduğu için serbest bırakılmış.  Ertesi gün geldiğinde saçları bembeyazdı. Korkudan bir gecede saçları beyazlaşmış. Kısa bir süre sonra dedem şeker hastası oldu, odasına kapandı. Küçük bir aylıkla emekli oldu.  Şeker hastalığı ilerledi, vücudunda yaralar oluştu ve öldü. Dedemi çok severdim. O da bana çok düşkündü.”

Bu ilk korkunun ardından ikinci travmayla karşılaşır küçük Kemalettin. Babasının hep kaçtığını, eve karanlıkta ve gizlice geldiğini görür. Neden?

Anlatırdı:

“Sultan Hamit’in Avcı Taburları’nın isyan ettiğini duyduk. Mektepli subayları kesiyorlarmış. Babam gündüzleri sivil geziyor, karanlık bastırınca köşke gelip bizi görüyor, gece de biraz yukarımızdaki Vahdettin Efendi’nin arazisine geçip köşkte saklanıyordu. Bizim köşkün etrafının zaptiyelerle dolu olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. “

Meşrutiyet idaresini beğenmeyen bazı kişiler nişancı taburlarını kışkırtarak isyan çıkarmışlar. Tarihte 31 Mart olarak geçen bu vak’a da 7 yaşındaki Kemalettin’in korkuyla hatırladıklarından biri.

Sakatlığı nedeniyle insanlardan kaçmış, saklanmış küçük Kemalettin. Babası ağabeyine okuma öğretirken kulak vermiş ve çabucak sökmüş okumayı. Sonra da yazmayı.

İşte bu yeteneği yazarlığa giden yolu açacaktır.

Kardeşleri, akraba çocukları gibi koşamadığı için annesinin eteklerinin arkasına saklanıp hep ağlamış küçük Kemalettin. Annesi bir defter ve kalem vermiş eline, o da yazmaya başlamış. Önce şiir yazmış, sonra romanlar. Defter bittiğinde yazdıklarını köşkün bahçesindeki boş bir havuzun içinde yakarmış. Sonra yeni bir defter ve yeni bir hayat?

Neden bunları yakıyordunuz? Sorusunu şöyle yanıtlamış: “Onların işi bitti, onlarlaavunuyor, sonra yeni bir dünya kuruyordum.”

Sözcüklerle kurduğu hayatlar kederli dünyasını aydınlatmış. Her romanda koşmuş, oynamış, okullara gitmiş, öğretmen, doktor, işçi, mühendis olmuş. Haksızlığa uğradığında sabretmiş, haksızlığa uğrayanlara yardım etmiş romanlarında.Yaşayamadığı hayatları yazarak avunmuş..

13 yaşında yazdığı bir romanı Akşam gazetesine götürür Kemalettin. Eve döndüğünde vazgeçer, gazeteye telefon edip, “Lütfen o romanı çöp kutusuna atınız,” der. İlk gençlik bunalımları, kendine güvenememek ve cesaretinden dolayı duyduğu utanç?

 Amcam, babasının kütüphanesindeki tarih kitaplarını, salnameleri (yıllıklar) okur. Çocukların dünyasından kaçtığı için olsa gerek, büyüklerin dünyasını izler. Beşiktaş Rüştiyesi’nde okuyan abisi de Çocuk Dünyası, Çocuk Bahçesi, Talebe Dünyası gibi dergiler, romanlar, tarih kitapları getirir kardeşine.


SAVAŞ YILLARI


Savaş yılları yoksulluk yıllarıdır.  1. Dünya Savaşı sırasında babası Ali Galip Bey, yüzbaşıdır.

İtalyan Savaşı başlayınca, hükümet Çanakkale Boğazı yakınlarına asker yığma kararı alır. Yüzbaşı Galip Bey de 27. Alay, 3. Tabur, 4. Bölük kumandanı olarak Biga’da görevlendirilir.

Çengelköy’den Çanakkale’ye giderler.  İşte o müthiş 18 Mart Deniz Savaşı da o günlerde başlar. Çanakkale boşaltılır. Son kalan aile olarak Şaziment Hanımgebe bir atın üzerine konulan bir yatak ve bir iki parça eşya alarak 3 çocuğu ve emirerinin yardımıyla kaçmaya başlarlar.  Beleğinde yer etmiş o korkunç manzarayı şöyle anlatırdı amcam:
“ Biz, hastane bayırını çıkarken dehşetli bir top savaşı başladı. Dağlar uğulduyordu. Gelibolu yarımadası, Çanakkale Boğazı, canla başla kendini savunuyor, düşman zırhlılarından Boğaz’ın tabyalarına, tabyalardan düşman zırhlılarına gülleler yağıyor. Gülleler yanı başımıza düşüyor, minare boyu dumanlar yükseliyor.”

Erişkinliğimizi üzerine bina ettiğimiz çocukluk dönemi, Kemalettin Tuğcu için bu korkularla geçmiş.

Babası savaşta yaralanıp İstanbul’a döndükten sonra da talihsizlikler bitmemiş. Dayısı savaşta şehit olmuş. İstanbul’un iki büyük yangını onların da kapılarını çalmış. Bütün eşyaları kül olmuş. Sağlığı tam olarak düzelmediği halde babası Galip Bey, bu kez binbaşı rütbesiyle Kafkas cephesine gönderilir. Orada da bir yarma harekatı sırasında vurulur ve Kayseri Talas Şifa Yurdu’nda uzun süre tedavi olduktan sonra İstanbul’a gelir, Bebek’te depo taburuna atanır.

1.        Dünya Savaşı, ardından Kurtuluş Savaşı, İstanbul’un işgalinde yaşadıkları korkular, endişelerle geçen bir çocukluk ve nihayet Cumhuriyet.


CUMHURİYET


Kemalettin Tuğcu 20 yaşında Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde ameliyat olur ve bir ayağı düzeltilir. Canı öyle yanmıştır ki ikincisinin ameliyatına asla razı olmaz. Ne var ki artık bastonla yürüyecektir.

Köşkün sınırları içinde okuyarak, yazarak, buhranlarla 25 yıl geçirmiş amcam.  Cumhuriyet’in ilanından sonra Latin harflerine geçildiğinde yeni harflerle okumayı ve yazmayı çabucak öğrenir ve Çengelköy’de bir fırında açılan kursa öğretmen olarak gider. Hamurkârından pişiricisine, tablakârına, at sırtındaki satıcısına kadar yedi sekiz kişiye okuma yazma öğretir. Eskiden atın sırtına yüklenen bir sandık içinde ekmek satıldığını, Sebzecilerin küfelerini eşeğine yükleyip kapı kapı dolaşarak sebze, meyve sattığını hatırlayanlar vardır.

Bir türlü iş bulamamıştır artık delikanlı olan Kemalettin. Kısa süreli işler yapar. Tespihçilik, marangozluk, duvarcılık, gramafon tamirciliği yapar. Boş durmaz. Saz ve keman yapar, tahta oymacılığını dener. Bu arada dayısıyla Fransızca çalışır. Öğrenme kabiliyeti olağanüstüdür. Bir kimya kitabı tercüme eder.

İstanbul’da iş bulamayınca dayısının aracılığı ile Ankara yakınlarında Irmak ? Ildızın demiryolu ray yapımında depo memuru olarak çalışmaya başlar. İstanbul’dan Anadolu’ya ilk çıkışıdır. Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin yoksul insanları, bir lokma ekmek parası kazanmak için çırpınan demiryolu işçileri, Cumhuriyet’in ilanıyla aftan yararlanıp çıkan hükümlüler ve köylülerle yaşadıkları, gözlemleri daha sonra kitaplarına yansıyacaktır. Bu görevi uzun sürmez. O yıllarda yaygın olan sıtma hastalığına tutulur ve İstanbul’a döner.

 

BAB-I ÂLİ İLE TANIŞMA


1932 yılı Kemalettin Tuğcu’nun kaderinin değiştiği yıldır. Sultanahmet’te Cevrî Kalfa İlkokulu’nda mektep Neşriyat Yurdu adında bir matbaa vardır. 2 Ocak 1932 tarihinde orada mürettip olarak işe başlar. Sonradan Türkiye yayınevi adını alacak olan matbaada bir yayınevinin bütün işlerini a dan z ye öğrenir. Türkiye Yayınevi kitapların yanı sıra dergi de yayınlamaya başlar:Yavrutürk, Ateş ve Ev-İş. İlk tefrikası 1937 yılında Çiftlikten Kaçanlarile Fransızca’dan çevirdiği Çırak Uçman haftada iki kez tefrika edilir.. Çocuk Haftası dergisinin ilk sayısından itibaren tefrika edilen Zavallı Büyük Baba çok beğenilir. Bunu Çalınmış Çocuklar, Küçük Gazeteci, Çocuk pazarı, Anasının Kuzusu, İçler Acısı,peş peşe yayınlanır.


EVLİLİĞİ

1941 yılının baharında Ayşe Beyhan Hanım’la evlenir. Önce kızları  Gülsevil. , iki yıl sonra  oğulları Mehmet Yaman dünyaya gelir. 1949 yılında Kemalettin Tuğcu’nun babası vefat eder. Çengelköy’deki köşkte yaşamaya devam ederler.

Kemalettin Tuğcu artık birkaç dergiye yazıyor, yazı hayatının grafiği yükseliyordu. Ne var ki ani bir kararla 20 yıl çalıştığı Türkiye Yayınevi’nden istifa eder ve tazminatsız olarak ayrılır. Doğan Kardeş dergisinde çalışır kısa bir süre, sonra Hayat Mecmuasına geçer. Emekli olacağı son işidir burası. Kitap yazmaya son hızla devam eder.

AĞLATAN YAZAR

Kemalettin Tuğcu, okurlarını ağlatmakla, duygu sömürüsü yapmakla suçlandı çok kez. Oysa okurları başkalarının kederlerine ağladıkları için vicdanlı insanlar oldular. Kemalettin Tuğcu merhamet , dürüstlük,çalışkanlık, saygı ve sevgi aşıladı okurlarına. İyilerin mutlaka kazanacağını, çalışkanların mutlaka başaracağını, güçlünün değil, haklının kazanacağını söyledi.

Ömrünü çocuklara adadı; çocuk ruhunu kaybetmemişti çünkü. Anadolu’daki kitapçılar adetle değil, çuvalla kitap istiyorlardı o yıllarda.. On beş çuval, yirmi çuval. Bir baskı on beş bin adet oluyordu. Aferin Yaşar, Ağaçlar Uyanıyor, Altın Bilezik, Ah Bu Çocuklar, Aradaki Demir Kapı, Annemin Hikayesi,Sokak Çocuğu, Bir Çırağın Öyküsü ard arda gelir

 Kimileri sen bizdensin diyerek onu sağ’a ya da sol’a çekmeye çalışır. “ Hayır,” der. “ Ben çocuklardan yanayım.”  Romanları senaryolaştırılarak film ve diziler yapıldı. “Üvey Baba” adlı romanın belki bir iki bölümü kitaba uygundu; sonrasında içki içen, kumar oynayan, üvey evladı döven vicdansız tiplemelerle izleyicilerin beyinlerine korkunç bir Kemalettin Tuğcu imajı yerleştirildi. Hele genç kuşaklar onu asla benimsemedi. İyi ki amcam bu diziyi de görmedi.

 Yazmak onun için avunmaktı, hayata tutunmaktı.  Ben yazma hastasıyım, edebiyatçı değilim, ” demiştir söyleşilerinde.  Bedensel engeli nedeniyle yalnızlığı seçmiş Kemalettin Tuğcu. Çocukluğu savaş yıllarında korku ve endişeyle geçen amcam,  Kurtuluş Savaşı’nın yıkıntılarını onarmaya çalışan, yoksullukla savaşan yeni kurulmuş bir Cumhuriyet’in, 20. yüzyılın tanığıdır ve gördükleri, yaşadıkları, gözlemledikleri romanlarına yansımıştır. 

Gözlerinin çok az gördüğü döneme kadar yazmayı sürdürdü amcam. Yayınevleri ile asla pazarlık yapmadı. Çok okunan, dolayısıyla çok satan bir yazar olarak çok eleştirildi. Edebiyat çevreleri ise onu görmezden geldi.

Bugün, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, gençlere, hayvanlara, doğaya reva görülen şiddeti durdurmak için, insan olduğumuzu ve ölümlü olduğumuzu hatırlamak için Kemalettin Tuğcu’nun duygu eğitimine ihtiyacımız var.


Ve ona teşekkür borçluyuz. Ruhu şad olsun.


Nemika Tuğcu


Kemalettin Tuğcu ve hayatı

Bu haber 1803 defa okunmuştur.
Facebook  Twitter  FriendFeed  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
DİĞER HABERLER